***

Bu Blog'da: Ünlü isimlerle yapılan röportajlar ve hikayeleri, gidilen workshop'lar, izlenilen; film-tiyatro-konser notları ve hafta sonu önerileri yer almaktadır.

...

2 Mart 2012 Cuma

Bu oyunu mutlaka izleyin! "Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk"


Tiyatroya gitmekten son derece keyif alan ben, nedense Devlet Tiyatroları oyunlarına karşı bu zamana kadar ön yargılıydım. Çünkü oyunlarının, çok ağır olduğunu düşünüyordum ve de çok karmaşık. Yıllar önce Ful Yaprakları oyununu izlemiştim… İzlenmeye değer bir oyundu ama sanırım o zaman bana ağır gelmişti, fırsatını bulup tekrar izleyeceğim ama daha bilinçli bir şekilde tabii ki… 

“Düşünüyordum” dedim çünkü Cezmi Ersöz’ün yazıp, Serap Eyüpoğlu’nun yönettiği “Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk” oyunu bu düşüncemi alıp götürdü. Bunda en büyük payı klasik bir cümle olacak ama tek kişilik dev kadro kuran Kürşat Alnıaçık oldu. Bir oyuncuyu eleştirecek kadar bir bilgim yok ancak iyi gözlem yapan ve analiz eden biri olarak, Kürşat Alnıaçık’ın performansını mükemmel buldum. Çok başarılıydı diyebilirim…

Kürşat Alnıaçık, Sevgililer Günün’de kız arkadaşını bekleyen bir adamı canlandırıyor. Bu bekleyiş sırasında hayatına giren tüm kadınları da aklından geçirip, onlarla yaşadığı iyi-kötü ne varsa hepsini düşünüyor. Bi iç hesaplaşma süreci yaşıyor kısacası. Tabi her geçmiş insanı düşündüğünde yine araya beklediği sevgilisi yani Elif aklına geliyor… Her aklına geldiğinde de pişmanlık duyuyor ve bu pişmanlığın artık çok geç olduğunun da farkına varıyor…

Oyunda çok güzel cümleler geçiyor, sizi düşündürmeye yönlendiriyor, hayatınızdan kesitler bulabiliyorsunuz. Bu yüzden şiddetle tavsiye ederim oyunu. Ayrıca müzik ve olayı anlatan dans figürleri de izlenmeye değerdi. Ayakta alkışladım ben bu oyunu!


“Birini bekliyorsan gelmez…”
“Çok kadın hiç kadındır…”

Ne kadar da doğru cümleler… Bunlar sadece sizle paylaştığım iki cümle. Oyunun içinde daha ne cümleler var. Takıldım ben tabi “çok kadın hiç kadındır” muhabbetine. Erkeklerin doyumsuzluklarının sebepleri neler ki bu kadar çok kadını tercih edip, kocaman bir yalnızlığın içine sokuyorlar kendilerini acaba? Çokun hiç olduğunu bile bile, bir düzen/denge kurmak varken neden hayatlarını böyle eğlenceli gibi gözüken aslında kocaman bir boşluk olan dünyanın içine koyuyorlar? Neden nereye gittiklerinin farkına son anda her şey bitince fark ediyorlar?

Hayatına kim girerse girsin kendisi için en özel olanı ve de en değer verdiği kızı yani Elif’i seçti bu adam oyunda. Ama Elif çoktan gitmişti… Peki çok eşli sen/o/bu/şu bu yalnızlığı neden seçiyorsun?

Son olarak seviştiğin kadın mı sevdiğin kadın mı?

^^ Not: Bu oyunla birlikte Devlet Tiyatrosu oyunlarına karşı ön yargımı yıkan Aykut'a teşekkürler... ^^

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...