***

Bu Blog'da: Ünlü isimlerle yapılan röportajlar ve hikayeleri, gidilen workshop'lar, izlenilen; film-tiyatro-konser notları ve hafta sonu önerileri yer almaktadır.

...

28 Eylül 2010 Salı

2010-2011 / Sonbahar-Kış Modası

Yine yenir bir sezonla birlikte defilelerde başladı. Yeni kıyafetler, tarzlar, tasarımlar da... Bu ay neler moda olacakmış bir bakalım, öğrenelim ve modaya uygun ama kendimize yakışanı seçerek giyinelim diye, sizler için 2010-2011 koleksiyonlarının neler olduğunu hazırladım...Unutmayın, moda sadece kendine yakışanı yakalamaktır!


Anne Bebek Dergisi / Cansu Özdenak Kandemir Röportajım

"Ekranların ilk evlilik hazırlıkları programı" desek aklınıza kim gelir? Bu soruya birçok kişinin vereceği ortak yanıt: "Cansuyla Baştacı" olur herhalde... Cansu Özdenak Kandemir şimdilerde farklı bir telaş içinde. 8 yıllık evliliğini bir bebekle taçlandırıyor. Minik mucizesi, kızı Karla'yı çok değil 2 ay sonra kucağına alacak...









22 Eylül 2010 Çarşamba

Milliyet Gazetesi-Cadde Eki / Zihni Göktay Röportajım

26. yılına giren Lüküs Hayat oyununun emektar oyuncusu Zihni Göktay ve eşi ile oyundan birkaç saat önce Cemil Topuzlu’nun bahçesinde buluştuk. Lüküs hayattan, tiyatroya başlama sürecine kadar birçok şeyi konuştuk…
Röportajımı okumak için tıklayın!
Röportajımı okumak için tıklayın!

Ayrıca röportajıma yer veren;

21 Eylül 2010 Salı

VatTheFest . . .

Dünyanın ilk notebook festivali olan VatTheFest’e davetliydim…


Geçen hafta, çok yoğun bir tempoda çalışırken maileme gelen bir davetle ertesi akşam kendimi Vatan Bilgisayar’ın Sortie’deki Dünya’da ilk kez düzenlenecek olan “VatTheFest” partisinde buldum… Çok güzel bir organizasyonla etkinliği gerçekleştiren Vatan Bilgisayar’ın notebook partisi benim için de yaza veda eğlencesi gibi oldu aslında…
,
Geceyi Vatan Şaşmaz sundu…

Vatan bilgisayar’ın isminden dolayı Vatan Şaşmaz'la çalışıyor olması akılda kalıcılık açısından iyi bir fikir olmuş bence. Şaşmaz’ın sunuculuğunu yaptığı gecede DJ Suat Ateşdağlı’nın müzikleriyle eğlendim. Bunun yanı sıra çeşitli aktivitelerde düzenlendi: Koreograf Uğur Yıldıran’ın hazırladığı organik notebook dans gösterisi, notebook ile perküsyon performansları ve notebook ödüllü yarışmalarda geceye renk katan diğer etkinlikler arasındaydı.

Üstelik stantlarda gerçekleştirilen yarışmalara katılan konuklar arasından kazananlara ödülleri, çok büyük bir notebook pastası ve muhteşem bir havai fişek gösterisi eşliğinde teslim edildi.


20 Eylül 2010 Pazartesi

Son Açıkhava oyunları Harbiye’deydi!

" Eskiden gazeteleri satanların “yazıyooor yazıyooor” diye bağırması gibi bir başlık oldu sanırım benimkide :) "

Açıkhava’yı seviyorum, tiyatroya bayılıyorum, müzikal hastasıyım… Hepsi bir arada oluncada keyif almamak mümkün değil. Hele bunların üstüne oynanan oyunların çok hareketli ve de eğlenceli bir o kadarda güzel olması eklenince, keyifte haliyle artıyor. Bu keyfe davet edildiğim için İBB Şehir Tiyatroları'na teşekkür ederim...  

Önce İstanbul Efendisi oyunundan başlamak istiyorum…

Oyun hakkında bilgi sahibi değilseniz ismine aldanıpda ağır bir oyun olduğunu düşünmeyin sakın. Bir dakika bile yerinizde duramayacağınız bir müzikal. Bu kadar ballandıra ballandıra anlattığım oyunun da konusunu merak ettiniz sanırım. Kızına düşkün bir baba, okuması olmayan genç bir kız… Baba, kızının uygun bir damat adayı ile evlenip mutlu olmasını ister ve bunun için batıl inançlarına başvurur ama tam o sırada yıldızlarla uğraşan Deli Faruk rolündeki Engin Alkan, büyüleri karıştırınca, işlerde içinden çıkılmaz boyuta ulaşır ve oyun bu kurgu üzerinden devam eder…

Benim bu geceki favori oyuncum; en son Melekler Korusun dizisinden tanıdığımız Hasibe Eren ve Deli İrfan rolündeki Çağlar Çorumlu’ydu. Mimikleri, hareketleri, oyuna hakimiyetleri gerçekten de çok güzeldi.

İkinci perdede etrafınıza iyi bakın, sizi bir süprizde bekliyor…

Musahipzade Celal‘in yazdığı, Engin Alkan’ın yönettiği şarkılı çalgılı bu oyunu yeni sezonda mutlaka ama mutlaka izleyin derim...

Diğer oyun ise izlemekten asla bıkmayacağım ve 4. kez izlediğim Lüküs Hayat oyunuydu…

Oyun öncesinde Zihni Göktay ile kısa bir röportaj yaptım onu da sizlerle paylaşacağım ama oyuna geri dönüyorum şimdi…

Haldun Dormen’in yönettiği oyunda; batılılaşma sürecinde komik duruma düşen insanların durumu anlatılıyor… Araya ince espiriler ve gündemden de cümleler serpiştiren Zihni Göktay izlemeye doyamadığım oyunculardan… O kadar ustaki oyunun içine gündemden neler olduysa katıyor. Bu sefer; Pelin Batu ve Murat Bardakçı arasındaki dialogtan tutunda, Ezel’in dayı-kardeş ilişkisine, Referandum'dan, Surviver’da birinci olan Merve’ye ve hatta Türk Malı Dizisi'ndeki Abiye Kuzu'nun gülmesine kadar daha birçok şeyi oyuna taşıdı. Oyunu dördüncü kez izlememe rağmen merakla bekliyorum, acaba bu sefer gündemdeki hangi konuyu, ne zaman, nasıl ele alacak diye. Anlayacağınız kaçıncı kez izlerseniz izleyin, yine bir heyecan ve de merakla izliyorsunuz.

Oyuna Zihni Göktay’ın eşi de gelmişti. O da benimle aynı düşünceler içerisindeydi ki yapılan doğaçlamalara gülerek tepki verdi.

Çok eski ve bilinen bir oyun olduğundan -dile kolay oyun 26. yılında.- fazla söze gerek yok diye düşünüp, hala izlemediyseniz ilk fırsatta gidin diyorum…

İstanbul’da olduğum için kendimi şanslı hissettiğim bir haftaydı. Çünkü birçok etkinliğe katılabilme gibi bir lüksüm var… Kesinlikle ve kesinlikle İstanbul’daysanız, vaktiniz varsa siz de bu lüksü değerlendirin…,

Eğer tiyatroya gitmeyi erteleyenlerdenseniz ya da daha çook eskilerden giden bir arkadaşınızı tiyatroya götürüp, daha bir sevmesini sağlamak isterseniz bu iki oyunu kesinlikle tavsiye ederim. Hatta geçen hafta değil ama geçen sezon gittiğim, çok güzel sosyal mesajlar veren ve devlet işleyişini ince esprilerle anlatan “Yaşar, Ne Yaşar, Ne Yaşamaz” oyununu da tavsiye ederim…

Hepinize iyi seyirler, bol alkışlamalar…

13 Eylül 2010 Pazartesi

- ... lar?

Peki ya yapamadıklarımız?
Ertelediklerimiz?
Hiç olmayacaklar?
Hep olanlar?
Evetler?
Hayırlar?
Umutlar?
Kalanlar?
Gidenler?
- ... lar?

Hangisinden başlamalı önce? Yapamadıklarımızdan mı? Yoksa yapamadıklarımızı yazarken aklımıza gelen ertelediklerimizden mi?

Hepsi içimizde kalan bir cümlenin, dökülmesini sağlayan, yardımcı kelimeler değil mi? İçin dışa vurum şekli belki de…

“Evet” ler “Hayır”lar geçmiş ve gelecek zamana ait kurulmuş cümlelerin anlık cevapları. Ağzımızdan çıkışının kolaylığı kadar anlam yüklü cevaplar…

Sustukça çoğalan sorular, cevap bulamayanlarla her gün biraz daha birleşiyor ve bu da sanırım, gidenlerden neler kaldığını gösteriyor bize.

(-ki sen...)

Kadın olmak zor ama köy kadını olmak daha zor(muş)!




 Sabahın beşinde altısında kalkıp,
tarlaya gitmekten, bir şey ekip
biçmekten hiç usanmayan, evinin
yemeğini yapan, hayvanlarıyla
uğraşan birçok kadın var
günümüzde hala…




Yüzündeki çizgiler, bakışlarındaki yorgun ifade, yılların yaşanmışlığını anlatıyordu aslında...
Doksana merdiven dayamış, köyün en tepesinde ve en başında, diğer evlerden biraz daha uzak bir yerde evi.
Onu her gördüğümde içimden (uzun yıllardır tek yaşadığından dolayı) “Acaba burada korkmuyor mu? Nasıl yaşıyor?” diye içimden geçiriyorum. Kendisine sorduğumda ise gayet kendinden emin bir ifadeyle “hayır” cevabını alıyor, daha bir şaşırıyorum… Geçen akşamların birinde birkaç ev öteden elimde el fenerim olmasına karşın evime gelirken korkmuştum ben. Gereksiz ve yersiz bir korkuydu bu biliyorum. Şimdi düşününce korkumun yersizliği daha da artıyor. İstanbul’da ya da büyük şehirlerde, her an her şey olabilme ihtimaliyle yaşıyorken, bu kadar güvenli bir yerde birkaç günümü geçiriyorken, kızdım aslında kendime korktuğum için…

1930'lu yıllardan kalma Kömürlü Ütü...
Yaklaşık 73 yıllık mazisi var ütünün. Antika değerinde yani. Kömürle çalışan ve de ağır olan bir ütü. Zamanında nasıl kullanılmış, ne derece buruşuk giysileri düzleştirebilmiş bilmiyorum ama bununla ütü yapmak hiçte çekilir bir şey değilmiş, ütüyü elime alınca daha bir anladım…


Közde çay keyfi...
Çayla aram olmasada uyum sağlamak adına bir bardak ben de içeyim dedim ama bir bardak diye elime başladığım çay üç bardağa kadar uzadı.

Közde yapılan çayın tadı gerçekten de bir başka oluyor. Emek var bir kere… Rüzgara rağmen, etraftan toplanan çalı ve tezeklerle yakılan ateşin üzerinde fokurdayan çayın lezzeti, çay sevmeyen beni bile etkiledi. İmkanınız olursa deneyin, tadın derim…

Temiz hava, taze sebze ve meyve, milyonlarca yıldızdan oluşan bir gökyüzü, yağmurdan sonra kokan toprağın kokusunda geçirdiğim birkaç günümde kendime çok şey kattım…

 Küçük bir notum da var sizlere, kiminiz biliyordur ama ben yine de paylaşmak istedim…

Ayların köy dilindeki anlamları
Ocak – Zemperi (Aşırı soğuklardan dolayı verilen bir isimmiş.)
Şubat – Gücuk (Şubat ayı, daha az çektiğin küçük yani gucuk ismi verilmiş.)
Mart – İsmi değişmemiş.
Nisan – Döl (Hayvanlar bu ayda doğum yaptığından bu isim verilmiş.)
Mayıs – İsmi değişmemiş.
Haziran – Kiraz (Bol kirazlar olduğundan bu isim verilmiş.)
Temmuz -- Ot (Otların biçildiği zaman olduğundan bu isim verilmiş.)
Ağustos – İsmi değişmemiş.
Eylül – Avare ay (İşlerin bitmesinden bu isim verilmiş.)
Ekim – Cihat (Buğdayın ekim zamanı olduğundan bu isim verilmiş.)
Kasım – Koç (Davarlar koçlara katıldığından bu isim verilmiş.)
Aralık – Kara Aş (Kar çok yağdığından bu isim verilmiş.)

Bıldır: Geçmiş yıl

7 Eylül 2010 Salı

Bayram; kalabalık mutluluklar…

Yine bir bayram heyecanı sardı içimi, bayramları seviyorum ben, onun verdiği tatlı koşturmayı da… Günümüzde bayramlar tatille eş değer kılınsada ben tatili; ev ziyaretlerine, gönül almaya, çikolata tutmaya, baklava açmaya, sofra hazırlamaya, keyifli sohbetlere tercih ediyorum -ki kalabalık bir aileden geliyor olmamdan kaynaklanıyor sanırım bu tercihim-.

Paylaşılan mutlulukların çoğaldığı bu bayramda;

Uzun zamandır gitmek isteyip de ertelediğiniz arkadaşınıza, eşinize, dostunuza gidin!
Konuşmak için bir sebep aradığınız, çok değer verdiğiniz, fakat bu aralar gönlünüzün kırgın olduğu kişiyi arayın!
Elinize bir kutu çikolatanın yanında, yüzünüzdeki bol gülümsemeyle gidin el öpmeye!
El öpmekten kaçınmayın!
Mesaj atmak yerine telefon açmayı tercih edin!
Eski bayramları hatırlayın ya da size anlatılanları
ve şimdi bir kez daha düşünün tatile gitmek mi, mutlu anları çoğaltmak mı?

Sevinçlerinizin, isteklerinizle buluştuğu ve hep hatırlandığınız, sayıldığınız, bol şekerli, nice güzel bayramlara…

İYİ BAYRAMLAR…

Gazete Gerçek/ Bandırma 5 -10 Eylül 2010

3 Eylül 2010 Cuma

Biliyorum yıllar sonra yine bunu yazacağım

Gazete Gerçek / Bandırma 30 Ağustos-5 Eylül 2010

Şimdi bilemedim, sondan mı başlamalı yoksa baştan mı ya da karmakarışık mı anlatmalı dedim ya bilemedim...

Şu anda içimden geçen yıllar sonra bu yazının değerinin biraz daha artacağı. Çünkü ilk gazete deneyimim bu :)

Bugün tüm gün gazetenin gelmesini bekledim aslında hem umursayan hem de "aman gelince görürsün Aslı ne de olsa jpeg halini gördün" diyerek bekledim dergiyi. Ben heveslendim ya terslik olmazsa olmaz, kargonun azizliğine uğrasada akşam tam çıkış saatimde geldi gazete(m).

İlk kez bir gazetenin, -insanın nefesini daraltan bir kağıt kokusu vardır ya- işte onu sevdim. Sakince tüm sayfalara bakarak ve her sayfada kendi haberimi arayarak yavaş yavaş sayfalara göz gezdirdim. Tüm siyah beyaz sayfaların ardından gelen renkli bir sayfada görünce kendimi sanki sayfayı o an yeni görmüş gibi mutlu oldum…

Ellerim, kollarım dolu otobüse bindim. Biz severiz otururken, ayakata olanların eşyalarını taşımayı, bu paylaşımından da mutlu oluruz çoğu zaman. İşte benimle anı düşünceyi paylaşan 50'li yaşlarında biri de elimdekileri almak istedi. Haftanın tüm yorgunluğu bugünde toplanmış olmalıki “Hayır” diyemedim ve verdim elimdekileri. Gazeteler de en önde duruyordu. "Okuyabilirsiniz." dedim ve başladı tek tek sayfaları okumaya. Bende tepesinde sayfaları geçip, haberime gelmesini bekliyorum sabırsızlıkla. Bir, iki, üç… Önce resimlere bir göz attı, sonra resimler dikkatini çekmiş olacakki sayfayı okudu yavaşca ve sonra, sonraki sayfaya geçti...

Okur toplantılarımızda, onların beğenilerini, eleştirilerini, takip ettiklerini belirten cümlelerini duymaya alışık olsamda sanıyorum ilk gazete haberim olmasından olacakki değişik bir heyecan hissettim bugün…

2 Eylül 2010 Perşembe

Cafe Ruj'a teşekkürler...


En çok okunan kadın internet Portalı olan ve Dişital Hayat sloganıyla hazırlanan Cafe Ruj Bloğumdaki "Keşke çocuk olsam yeniden dediğin oluyor mu zaman zaman?" başlıklı yazıma yer verdi...


Teşekkürler...

Keşke çocuk olsam yeniden dediğin oluyor mu zaman zaman?


Büyüdüğünü kabul etmediğin ya da birçok şeyin çocukluğundaki gibi olmasını istediğin anların oluyor mu?

Bir tek düştüğüm için acısa içim diyor musun hiç? Sadece dizimin kanaması, annemin; “Önce yemeğini ye sonra dışarı çıkabilirsin.” demesi canımı acıtsa ve suratımın düşmesine sebep olsa diyor musun?

Gelip geçici günlük aşklardan, geçici heveslerden değil de sadece ve sadece çocukluğumdaki gibi kovalamaca oynarken, hızlı koştuğum için çarpsa kalbim keşke diyor musun? Ve ekliyor musun ardından keşkeyle başlayan diğer cümlelerini. Sonrasında ise “Ama ben büyümedim ki daha.” ile devam eden ve çocukluğuna dair beyninden geçen onca cümleyi…

Akşamları, beklediğin çikolatanın gelmediğinde ağladığın anlar geliyor mu aklına? Ve sadece çikolatanın yokluğundan dolayı ağladığın o günleri çok özleyeceğini düşünerek, şimdiki gözyaşlarının da aynı masumiyette olup olmadığını sorguladığın oluyor mu zaman zaman. Ya da öyle olmasını istediğin…

Akşam üzeri gelen dönme dolapçı amcanın, eliyle çevirdiği dönme dolaba binmek için sırada beklerken sıkıldığın anları, şimdi beklemekten sıkıldığın anlarla karşılaştırdığın ve içinden “Ahh!” çektiğin günlerin oluyor mu hiç?

Sevgilinin anlamını bile bilmediğin ama “Evet benim de bir sevgilim var.” dediğin ve o günlerdeki gibi sadece elini tuttuğun için mutlu olduğun günleri şimdi, “Evet, gerçek mutluluk ve sevgi oymuş.” dediğin anların oluyor mu arada?

Ya özlediğin oluyor mu? Çocuk gözüyle, düşünmeden bakabilmeyi, yorulmadan sevmeyi, sıkılmadan bağıra bağıra ağlamayı veya çok daha fazlasını…

Ya da genellemeler yaparak, “O zaman çocuktuk işte!” deyip işin içinden çıkmaya çalıştığın anların oluyor mu hiç?

Ve de çok daha fazlasını yaşadığın anların..?

1 Eylül 2010 Çarşamba

Anne Bebek Dergisi / Ayşe Tolga'yla Aisha ve Aromaterapi

Aromatik yağlarla rahatlayın! Aromatik bitki özlerinin beden ve zihin dengesi için kullanıldığı doğal bir tedavi metodu olan Aromaterapi; bitkinin yüksek miktarlarda toplanıp, kazanlarda damıtılarak elde edilmesiyle oluşuyor. Bitkinin tüm canlı yapısına, aynı zamanda da çok yüksek farmakolojik ve kimysala içeriğe sahip özü olan Aromaterapi'nin hamilelik dönemine katkılarını işin bilirkişisine yani Ayşe Tolga'ya sorduk...

O anlattı devrik cümleleri ve kesik kesik nefesiyle, bense dinledim nefes alışlarıma hakim olarak


Geç bir saatti, aradı ve “Konuşmamız gerek!” dedi bir arkadaşım. Yine yanıldım, yine yanlışmış dedi üzgün bir ses tonuyla. O anlattı devrik cümleleri ve kesik kesik nefesiyle, bense dinledim nefes alışlarıma hakim olarak…

Dinledikçe bir hikayenin en cesur kahramanı seçtim onu…

Kolay değildi hiçbir şey. Her şeye bu kadar değer verirken “neden ben” diyerek her cümlesinde sorguladı kendini. Uzunca bir süre cevap vermedim, bölmedim cümlelerini. Aslında verecek bir cevabımda yoktu, sustum o anlattıkça. İçindeki öfke o kadar çoktu ki cümleleri birbiriyle yarışıyordu adeta, dilinden dökülmek, içinden çıkmak için…

O anlatmaya bense dinlerken beynimde hikayeyi yazmaya devam ediyorum…

Çok değil, az bir zaman önceydi, heyecanlı bir ses tonuyla yine beni aramıştı. Sesi hiç olmadığı kadar telaşlı ve heyecanlıydı. “Sakince anlat” dedim.

Aslıhan gitsem mi?
Nereye?
Yanına.
Kimin yanına?
O’nun.
O kim?
O işte…

Gitmek istiyordu ama cesareti yoktu, birinin git demesine ihtiyacı vardı. Ben de git dedim. Dedim demesine de hayal kırıklığıyla döndü. Güzel bir gün geçirmiş ancak geceden sabaha değişmiş düşünceler. Şaşırmış, kırılmış, üzülmüş…

Kendimi suçlu hissettim, ona gitme cesaretini verdiğim için. Anlattıklarına cevap veremeyince anladı. “Sen üstüne alınma, gitmeseydim aklımda bir soru olacaktı” dedi.

Şimdi pılını pırtını toplayıp gitmek istiyor ama onu yapacak gücü de yokki. O da farkında sadece biraz daha söylemeye devam edeceğinin ve sonra her şeyin çok değil ama biraz daha iyi olacağının…

Bir dilek tut dedim ona, olacağına inanarak ve de “zamanlı anlamlar” yüklemeyerek dedim.
Bir dilek tut dedim ona, susarak içindekilerin dökülmesi için.
Bir dilek tut dedim ona, azalacağına inanarak,
Bir dilek tut dedim ona,bir dilek tut…  
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...