En sevdiğim yazarlardan biri olan Elif Şafak’ın İstanbul Modern’de gerçekleştirdiği edebiyat söyleşisindeydim geçen gün. Konu Elif Şafak’ın son kitabı İskender ve dil üzerineydi haliyle. Yaklaşık iki sene önce başlamış kitabı yazmaya. Bunun ilk ayları araştırma sonrasında ise geceli gündüzlü bir yazım süreci geçmiş. Aslında bir ailenin hikayesini yazmak aklında varmış hep ama bu konuda da olgunlaşmayı beklemiş. Onun için doğru zamanda da bizlerle buluşturdu kitabını. Söyleşiden notlarımı sunarım sizlere...
O kendinden çok eserini konuşmayı seven ve Türkiye’de daha çok yazarın eserinin değilde kılığının kıyafetinin konuşulmasından rahatsız olan ama bunu yapmayan belli bir kesimin var olduğunu bilmesinden dolayı mutlu olan bir yazar.
O, her soruya cevap vermeye çalışan, anlatan, açıklayan ve konuşurken bir ırmağın akışını izlermişcesine derin anlatımlarla konuşan biri.
O, benim ciddi anlamda hayran olduğum, taktir ettiğim biri.
İskender’i yazarken temel çıkış noktanız neydi?
Temel çıkış noktam; “nasıl oluyor da aile bireyleriyle fiziksel olarak bu kadar yakınken aynı zamanda bu kadar uzak düşebiliyoruz” oldu. Hep beraber alışkanlıklarımızı tekrar ediyoruz, televizyon izliyoruz, yemek yiyoruz ama acaba aslında ne kadar tanıyoruz birbirimizi. Bu arada
ailenin içindeki herhangi bir bireyde fırtınalar kopuyorsa aile bundan haberdar mı ya da ne kadarını biliyor? Bir odanın kapısı kapandığında çocuk içeride olanı biliyor mu? Neler yaşanıyor? Anne ne kadarını biliyor ya da anne neler yaşıyor çocuk bunu biliyor mu? Gibi düşünce üzerine kuruldu aslında roman. Yakınken birbirimize uzak durabiliyoruz: Bunun üzerinde durmak istedim. Göçmenlik çok önemli bir etkendi hikayede. Genelde ikilikler dikkatimi çeker benim;
sıla-gurbet, doğu-batı, gitmek-kalmak, hatta gitmek ile kalmak arasındaki fark… İngiltere’de olmak, oradaki göçmen ailelerle konuşmak benim için çok önemliydi. Bana çok yüreklerini açtılar. Bunlar arasında ekonomik, siyasi ve eğitim amaçlı gidenler vardı. Tabiî ki Toprak ailesi hayali bir aile hayal gücünden beslenen. Ama bence yazarlar içinde yaşadıkları toplumun ürünüdür, dolayısıyla okuduğumuz gözlemlediğimiz şeylerde kitabın içine minik minik sızıyor.
İskender; oğlanlıktan erkekliğe jet hızıyla geçmek zorunda kalan bir karakter!
Ben bu romanı çok severek yazdım. Tek tek her bir karaktere bürünmeye özen gösterdim. Benim için en zoru İskender olmaktı. Çünkü baktığınızda yumak gibi İskender.
Bir yanıyla bıçkın belki maço diyebileceğiniz bir karakter, etrafındaki güzelliklere karşı kırıcı, duygusal aslında duygularını bastıran biri. Diğer yanda, çok hızlı büyümek zorunda kalan bir oğlan çocuğu. Oğlanlıktan erkekliğe geçişi jet hızıyla yapmak zorunda kalıyor. Kırdğı kadar da kırılmış biri aslında. Bütün bu halde o yumağı çözmek zordu benim için.
Bu kitabı yazarken töre cinayeti lafını kullanmaktan sakındım…
Çünkü töre dediğinizde; doğuda, az eğitimli, daha düşük gelirli bir ailenin sorunu gibi ama öyle bakmamak gerek. İster istemez bizde kelimeler arası öteliyoruz.
Aslında kadına yönelik şiddet; tamda burada, bulunduğum yerde oluyor. Bunu görmek gerek. Bence bunun doğusu batısı yok, etnik kökeni, zengini fakiri yok. Maalesef ki herkes bunu yapıyor ve biz kadınlarda bu işin içindeyiz.
Kitapta karakterden karaktere farklıklar koydum ki her birinin bulunduğu coğrafya anlaşılsın.