***

Bu Blog'da: Ünlü isimlerle yapılan röportajlar ve hikayeleri, gidilen workshop'lar, izlenilen; film-tiyatro-konser notları ve hafta sonu önerileri yer almaktadır.

...

18 Ekim 2013 Cuma

Tarih kokan şehir gezisine ne dersiniz?

Bayram gezmeleri artık son buldu yani en azından bulmuştur diye düşünerek hafta sonu da idare eder bir hava olacağından dolayı İstanbul’da kalanlara tarih kokan bir gezi önerim var. Alın yanınıza arkadaşınızı, sevgilinizi gidin, zira ben öyle yaptım ve de çok ama çok keyif aldım.  Hangi noktalardan gideceksiniz bilmiyorum ama arabasız gitmenizi tavsiye ederim. Neden mi? Buyrun okuyun…

İlk durak: Panorama 1453 Tarih Müzesi
Uzun zamandır gitmeyi planladığım ve aklımda olan bu müze metrobüs yolu üzerinde. Topkapı’da inip karşıya geçiyorsunuz ve müzenin girişinde buluyorsunuz kendinizi. O kadar basit yani. Ortalama bir saatinizi alacak müze 29 Mayıs 1453 İstanbul’un Fethi’nin öncesi ve sonrası anlatımlarıyla sizi bir üst katta yer alan, benim çok büyülendiğim ve “gerçekten de merak ettiğime değdi” diye cümleler kurduğum alana götürüyor. İstanbul’un tarihi ile başlayıp Fatih’in vefatıyla sona eren fetih koridorlarına İstanbul panoları eşlik ediyor aynı zamanda. Müzenin panoramik kısmı ile ilgili çalışmalar 2005 yılında başlamış ve üç yılda tamamlanmış. Sekiz sanatçı tarafından resmedilen müzede 10.000 figür çizimi yer almakta. Türkiye’nin ilk panoramik olma özelliğinin yanı sıra dünyada da kubbeli ilk panoramik müze olması açısından da önemlidir. Size ısrarla gidin dediğim bu müze 2.350 metre kare resim alanı, 650 metrekare üç boyutlu objeler platformu olmak üzere toplamda 3000 metrekare görüntü alanına sahiptir.  Her gün 9:00-19:00 saatleri arasında açık olan müzenin giriş fiyatı 5 TL ve Müzekart geçmemekte.

Tramvay hattı ile yola devam…
Müzeden çıktıktan sonra öyle uzunca ne yapayım diye düşünmenize gerek yok, yakınınızda yer alan tramvaya binerek Beyazıt durağında inmenizi ve gezinize yürüyerek devam etmenizi öneririm. Ayaklarınızın sizi Sultanahmet’e getirdiğini gördüğünüzde sizi orada yine bir tarih kucaklıyor olacak. Üç beş adım atarak aşağıda yazdığım noktalara geçişler yapabilirsiniz.

Ayasofya Müzesi…
Dünyanın 8. harikası olarak kabul edilen ve Doğu Roma İmparatorluğu’nun en büyük kilisesi olarak bilinen Ayasofya; 916 yıl kilise olma özelliğini kaybetmemiş. 1453 Yılında Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul'un fethiyle camiye çevrilerek, 482 yıl cami olarak kullanılmış. Atatürk'ün emri ve Bakanlar Kurulu'nun Kararı ile ise 1935 yılında Ayasofya müze olarak kapılarını ziyarete açmış. Müze pazartesi günleri hariç 9:00-17:00 saatleri arasında açık, giriş ücreti 25 TL. ve Müzekart geçerli. İçeriye girmek için 25 TL. vereceğinize, yine kapıda satılan, çok hızlıca temin edebileceğiniz Müzekart’ınızı almanızı tavsiye ederim, çünkü 30 TL. vererek bir yıl boyunca Kültür Bakanlığı’na bağlı müzeleri ziyaret etme hakkına sahip oluyorsunuz böylece.
 
Yerebatan Sarnıcı…
Uçsuz bucaksız hali, derin havası, düşündüren yapısı, loş ışlıklı hali beni etkileyen unsurların en başında oldu diyebilirim. Kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Burası M.S. 542 yılında Bizans İmparatoru Justinianus tarafından Büyük Saray’ın su ihtiyacını karşılamak için yapılmış. Her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütün bulunmakta. Büyülenmek istiyorsanız mutlaka gelin… Her gün 9:00-19:00 saatleri arasında açık olan müzenin giriş fiyatı 5 TL ve Müzekart geçmemekte.

Topkapı Sarayı’na ve Arkeoloji Müzesi’ne daha önceden gittiğimden dolayı bu gezimin içerisine dahil etmedim. Topkapı Sarayı için uzun bir zaman diliminizi ayırmanızı öneririm, ona sizde benim gibi farklı bir zaman gidin.

Bir yemek molası…
Bu kadar geziye bir yemek molası vermeli elbette. Eğer Sultanahmet’teysen ne yiyeceğim diye düşünmene gerek yoktur, çünkü buraya kadar gelip, meydanda yer alan meşhur köftecilere uğramamazlık olmaz. Aynı sırada iki tane yer almakta. Fiyatları ve lezzetleri birbirine eş olan bu köftecilerden birine gönül rahatlığı ile girebilirsiniz.

Biraz yürüyüş ile Gülhane’den panoramaya devam…
Yemeğimizi yedikten sonra Gülhane’ye doğru yürüdük ve elbette Cem Karaca’nın “Ben bir ceviz ağacığım Gülhane Parkı’nda…” şarkısını birbirimize hatırlattık arkadaşımla. Keyifli bir yürüyüşün ardından tam Eminönü kapısının çıkışına geldiğinizde sizi sağda karşılayan yokuştan yukarı çıkın, çünkü orada sizi müthiş bir İstanbul manzarasının yanında yapacağınız bir çay keyfi bekliyor. Salaş ortamı sevenler için süper bir yer. Öyle bardakla da çayınız gelmiyor, bakır çaydanlığınızda sizin için demlenmiş özel çayınız hazır olarak bekliyor sizi.  

Çayımı yudumlarken daldığım hayallerim oldu, İstanbul’a zaten hayrandım ama bu sefer başka sevdim onu, aşkla baktım bir kez daha ve fısıldadım sevdiklerim yanımda kalsın diye… Şairane ruhum hemen dizelere döküldü, tutun sevdiğinizin kolundan gidin sizde… İki çift güzel söz iyi gelecektir İstanbul’a.

Tüm gününüzü alan bu tarih gezisi ile Eminönü’nden istediğiniz noktaya araç bulabilirsiniz. Eve biraz yorgun gidebilirsiniz ama inanın bana bu keyfe değer…



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...