Milliyet Gazetesi Cadde Eki'nin 5. sayfasında yer alan Sevinç Erbulak röportajım.
10 Haziran 2011
"Sizin geldiğiniz gece olanlar sadece o gece oluyor.
O gece söylediklerimizi bir başkasına ne kadar detaylı anlatırsanız anlatın gelecek olan arkadaşlarınız başka bir şey seyredecek.
Bir cinayet oyunundan çıksanız bile dünyanın en romantik hikayesi olarak hatırlıyor olabilirsiniz.
Yanınıza oturan inalsa siz bile farklı bir şey düşünerek çıkabilirsiniz.
Ufkunuz açılır."
Çok iyi oyuncular var." der Sevinç Erbulak...Oyundan önce buluştuk sondan başa doğru gidelim. Oyun öncesi neler yapıyorsunuz?
Bu çok uzun zamandır oynadığımız bir oyun, üçüncü senesindeyiz artık. Dolayısıyla dün uzun bir provamız oldu, herkes bugün dinlendi. Şimdi oyun başlayana kadar sohbet muhabbet şeklinde geçecek. İlk zamanlarla şuan arasında fark hazırlık aşaması daha uzun sürüyordu. Kendimizi rolün kişilerine, makyajına hazırlamamız uzun sürüyordu, şimdi onlar çok kısaldı. Artık 3-5 dakikada hazırlanacak kıvama geldik.
İlk oyununuzun adı neydi? İlk canlı performans sergilediğinizde neler hissettiniz?
O duygum değişmedi, bu gecede olacak. İlk on dakika heyecan oluyor. Tedirginlikte vardı, unutmaktan çok korkardım, artık korkmuyorum mesela.
^^ İstanbul; kendimi bir yerden bir yere yetişmeye çalışan bir varlık gibi hissettiriyor beni. Kaçtığım bir şehir. Ben kasaba insanıyım galiba. Yaşayabilen insan için güzel bir şehir sadece. ^^
Unutmamak nasıl bir şey? Birbirinizi o an nasıl dengeliyorsunuz?
Yooo, unutuyorum. Siz sadece fark etmiyorsunuz. Artık bir oyunun tüm dengelerine sahip oluyorsunuz. Kim neyi unutursa unutsun, eğer sahnede yalnız değilsen, yalnızsa kendi kıvraklığı ile zaten kurtarıyor ama bir kişi bile varsa yanında oyun seyircinin anlayamayacağı bir şekilde devam ediyor. Burada unutulan şeyi biri diğerine hatırlatıyor.
“Sevinç Erbulak” ismini diğer isimlerden ayırmak için neler yaptı bu zamana kadar?
Bu işe gönül veren gerçek anlamda bu işi yapanlardan ayrı olduğumu düşünmüyorum. Bu işi sevmenin bir aletle ölçülebileceğini düşünmüyorum. Seçtiklerimiz ve seçmediklerimiz bizi diğerlerinden ayırıyorsa, böyle bir gerçek var ki bence var. Seçerken yaşadığım zorluklarla ve o sırada verdiğim kararlarda beni ben yapıyorum. Çok önemli biri yaptığı için değil, sadece beni ben yapan bu. Çok titizleniyorum projelerimde. O kadar güzel işlerin içinde yer aldım ki. Ünlü olma hikayesine inanan biri değilim. Burada aslolan devam edebilmek. Ben bunu seçtiklerime değil hayır dediklerime de bağlıyorum. Biliyorsunuz herkes ünlü bu ülkede.
^^ Tiyatro; neredeyse kızım gibi. Bugün kızıma duyduğum sevgi resmedilecek bir duygu değil. Mesleğimde bende böyle bir yerde duruyor. ancak kızımın kardeşini kızım kadar sevebilirim. Başka birini sevmiyorum hayatta yani; bir kavin bir mesleğim. ^^
İyi işler iyi oyuncularla buluşuyor mu? Yoksa iyi işler oyuncu olmayan oyuncuyu iyi mi yapıyor?
Hayır tabiî ki her zaman iyi oyuncu ve iyi bir dizi bir araya gelmiyor. Arada kaynayıp, o proje içine kendini kabul ettiriyor belki ama burada aslolan devamlılığıdır. Pek çok iyi bir dizi ortalama oyuncuyu tanınır kılıyor belki ama çok sonra devam ettiklerini düşünmüyorum ya da kim olduklarının farkında olmadığımız insanlar var ama o kadar istikrarlı bir şekilde mesleklerini sürdürüyorlar ki zamanla onları tanımaya başlıyoruz. Dolayısıyla bu işin kuralı yok ama ben akademik oyunculuğa gönülden bağlı oyuncu ve akedemisyen olarak diyorumki; naısl doktor olmak için tıp okumak nasıl bir gereklilikse; “Çok merak ediyorum, yapabileceğimi de düşünüyorum. Ellerim de ince kaslı, bence ben kalp ameliyatı yapabilirim.” dediğimde bana nasıl bakarsa, ben de bunun aynı niyetle sahne üstüne çıkmak isteyenlere bakıyorum.
Tiyatro seyircisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Çoğalmakta bence...
Çok iyi bir kuşak geliyor. Eğitmenlik yapmaya başladığımdan beri bunu görüyorum. Araştıran, mesleğin eğitim sürecinin dört yılla sınırlı olmadığının farkında olan zehir gibi bir kuşak geliyor. Araştırma isteğiyle dopdolu olan kuşak, kaliteli oyun ve oyunculukla özellikle televizyondan sonra inişe geçmiş olan tiyatro kavramının O kadar aptal diziler oluyor ki, teşekkürü borç biliyorum. Sadece kostüm ve makyaj değiştirerek o kadar çok aynı konuları sundular ki sadece üç-beş konu varmış gibi çekilen dizilerde sanıyorum dizilerde tiyatronun çok zengin dokulu, insanı insanla anlatan tek sanat dalı olduğundan ve aynı oyunun iki yüz temsilinin iki yüzünün de farklı olduğundan seyirciden çok umutluyum. Bu zehir çocuklar gibi, zehir bir seyircide yetişiyor. Oyuncu seyircisi diye bir kavramda oluştu artık. Ünlü oyuncuya hayranlıktan bahsetmiyorum. -O televizyon gerçeğinden, var olan, kabul etmemenizin imkansız olduğu düşünceden değil- güzel oyuncu seyretmek isteyen seyirciler var, özel olarak ne seyretmek istediğini bilen şuurlu bir seyirci yetişmeye başladı, bu bizi gerçekten çok mutlu ediyor. Oyun ve oyuncu fanları var. Ben çok umutluyum.
Keyifle oynadığınız, siz de yeri olan oyunlar var mı?
O sırada oynadığım oyun en keyif aldığım oyundur. Bu gece İstanbul Efendisi. Geçen hafta Tarla Kuşuydu Julüet’i oynadım, oydu. Yani oyunlarımın hepsini seviyorum.
^^Kavin; o her şeyim. O asla gerçekleştiremediklerimin gerçekleştiricisi değil. Yapamadıklarımı ondan görmek istediğim ve bunun için doğurduğum ya da doğurduktan sonra buna karar verdiğim değil. Hayatım Kavin. Ne yaparsa yapsın hiçbir zaman kızmayacağım, sesimi yükseltmeyeceğim, elimi asla kaldırmayacağım bir canlı. Kavinden önceki yaşantımın ne ile dolduğunu bilmiyorum.^^
Sahnede unutamadığınız bir olay oldu mu?
Rahmetli yönetmenimiz Ali Taygun’la baba kızı oynuyorduk. İsmet Körmükçü de vardı oyunda. Ali ağbi tekerlekli sandalyede oynuyordu, kumanda ettiği sandalyenin ileri komutunu verdiğinde alet durdurmayacağımız bir hızla ilerlemeye başladı ve Ali ağbi gözlerimizin önünde dekoru sahnenin önüne devirdi. İsmet’le ben oyunu terk ettik. Ali ağbi hem oyuncu hem de yönetmen olarak ve haklı olarak neye güvenerek dışarı çıkarsınız dediğinde hiçbir şeye güvenmediğimizi ve sadece çok güldüğümüzden içeri çıktığımızı söylemiştik. O da bizi affettmişti. Aslından çok cesurduk ama o sırada kendimizi cesur hissettiğimizden kaçmadık devam edemeyeceğimizi anladığımızdan kaçtık. Bunlardan sanıyorum yüzbinlerce var.
Kızınız sizi izlemeyi seviyor mu?
Kavinde şöyle bir değişiklik olmaya başladı. Eskiden sadece beni seyrediyor. Ben sahnede olsam bile o sırada birbiriyle konuşan iki oyuncuyu bir tiyatro oyuncusu gibi seyretmeye başladı. Onu şuan ilgilendiren tek şeyin, kostüm ve makyaj olduğunu düşünüyorum tıpkı onun yaşlarındayken beni ilgilendiren şeyler olduğu gibi. Oyuncu olmasını çok istiyorum ancak.
Anne olmak nasıl bir duygu? Kavin kadınlık görevinize neler kattı?
Hiçbir şey katmadı. Daha öncede ciddi görevlerim vardı. Anne olmak kendime daha fazla özen göstermek gereklilik olduğunu anlattı, arabadaki hızım yavaşladı, on metre bile gidiyor olsam emniyet kemeri takıyorum. Kendi güvenliğimle ilgili bir sürecim başladı. Yaşamam gerek çünkü Kavin’in bana ihtiyacı var. Bunu ona çok çaktırmadan yaşamam gerek çünkü ben kızının elini tutan bir anne olmadım, elbette onun yakalanabilecek bir mesafeden takibinde oluyorum ama o biraz böyle başına buyruk bir çocuk olmayı çok seviyor, ben de onun böyle bir çocuk olmasını seviyorum. Bir yere gittiğimizde bu gece ben burada kalayım sen git demesini seviyorum. Öyle yapıyorum. Çocuklar annelerin uyduları bunu biliyorum ama bunun uzun vadeli çok sağlıklı bir şey dolduğunu düşünmüyorum. Onlar birer birey ve bizi takip etmek zorunda değiller. Ayrıldığımız çok taraf var ve bunları birbirine benzetmeye çalışmıyorum çünkü o çok ap ayrı bir dünya. Onu özgür bırakmaya çalışıyorum. Çok enteresan anne olmak. Böyle yapmam dediğim şeyi yapmadığım için bu kavram bana; hiçbir şey hakkında ne kadar emin olursam olayım büyük konuşmamayı öğretti. Mesela asla beş çocuklu bir anne olmayacağım demiyorum. Evet olmayı düşünmüyorum ama hayat bundan beş çocuklu bir kadın olabilme ihtimalim var. Annelik işte böyle keskin cümleler kurmamayı öğretti.
^^Hayat; bütün inişleri ve çıkışlarıyla kabulüm. Ne getireceğini bilmediğim ama getireceği her şeye son derece açık olduğum, içinde mutlulukları ya da mutsuzluklarıyla benim olan. Olanları yaşamadan kabul ettiğim hem çok karışık hem de aslında çok anlaşılır bir yer.^^
Boşanma sürecini Kavin’e nasıl anlattınız?
Kavin ayrı anne babanın çocuğu. Ben de olayı olduğu gibi anlattım çünkü bu ilk defa bizim yaşadığımız bir şey değil. Süreci onun anlayabileceği bir şekilde anlatarak ama asla çocuksu tonlar katmadan, kesin gerçekliliği ile pedogoglar eşliğinde ve çok kısa kısa anlattık. Biz de zaten zorlandık biz o da zorlandı. Çocuklar çok akıllı sadece Kavin’e özel bir dosya değil bu. Ama biliyorum ki sonsuza kadar günün birinde annesi ve babasının birleşeceği ihtimali olduğu gerçeğine dayanarak büyüyecek. Burada önemli olan farklı evlerde, o sırada bulunulan hangi evse, diğer ev ve ebeveyn hakkında kötü yaralayıcı yanlış konuşmamalar yapmamak gerek. Çocuğu gereksiz bilgilerle doldurmamak gerekiyor.
Her kadın anne olmalı mı?
Her kadın anne olmamalı. Her anne kendince muhteşemdir. Göreceli bir kavram bu. Seçerek çocuk sahibi olmayan insanlara benim gibi seçmiş insanlara kadar aynı saygıyı duyuyorum çünkü bence çocuk sahibi olmamayı seçmek çok cesur bir karar. Daha sonraki zamanlarında yaşlılığında yalnız kalırsın saçma bir cümle kurulduğu halde çocuğun benim yalnızlığımı alacak enstrüman değil. Bu karara çok saygı duyuyorum. Kavinden önce bir yere terk edilen çocukları bırakan anneler için çok kötü cümleler kurmaya bende meraklıydım. Bugün bunu neden yapmak zorunda olduklarını düşünüyorum. Bugün çocuk yetiştirmek ve ev kadını olmak en zor mesleklerden biri. Dolayısıyla isteyen insana tanrı çocuk versin. Kimse yalnız kalmaz çocuk doğurmadığı için ya da hiç kimse çocuğu olduğu için zenginleşmez o dengeyi iyi hissetmek lazım.
Bu güzel söyleşi için Sevinç Erbulak'a teşekkür ederim...
Fotoğraf: Yiğit Gencer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder